“Merhaba” kelimesi, Halikarnas Balıkçısı’yla özdeşleşmiş ve onun felsefesinde, içerisinde ferah anlamlar barındıran barış içeren bir sözcük. Balıkçı’nın en sevdiği sözcüklerin başında gelen “Merhaba” kişiliğiyle özdeşleşmiş, o gür, davudi sesiyle küçük büyük herkesi o sözcükle selamlamıştır. Balıkçı’yı cezbeden, sözcüğün Farsça’daki “benden sana zarar gelmez”, “rahat ol”, “hoş geldin” gibi birçok anlamı birden taşıması ve her dilde kolayca telaffuz edilmesidir. Eski harflerle yazıldığında yelkeni andıran kaligrafisinin de Balıkçı’nın deniz tutkusuna seslendiği söylenebilir. Özellikle radyo programları yaptığı yıllarda, her fırsatta topluma çağrıda bulunarak ve yaşamı kolaylaştırmak için sık sık merhaba denmesini önermiş, konuşmalarına “Merhaba”yla başlayıp “Merhaba”yla bitirmiştir. Balıkçı’ya göre diğer selamlaşma sözleri yerine, bu sade sözcüğün kullanılması hem zaman kazandıracak hem de gereksiz düşünmeleri önleyecektir.
“Durun, aklımdan kaçmadan, tek esenlenme sözü olarak ‘merhaba’yı neden kullandığımı açıklayayım:
Efendim, aklımın bin türlü işi var. Şu iş nasıl kotarılacak, bu yazı nasıl yazılacak, şu borç nasıl ödenecek? Bunları düşünmekten; karşılaştığım insanlarla nasıl esenleşeceğim? Saate bakıp ’sabah şerifler hayrolsun’ mu diyeceğim? Ben kimim, bunları yerinde kullanmak kim? Kestirmeden ‘merhaba’ der geçerim, diye düşündüm. Üstelik, farkındaysanız, ‘merhaba’nın tokça, erkekçe bir çınlayışı var. Hepsi bu kadar da değil; eski harflerle yazdığınızda yelkenli figürü çıkıyor ortaya.
Son bir gerekçe daha sunayım: ‘Merhaba’nın kökendeki anlamı, ‘benden size zarar gelmez.’ Bunca özellik ve güzelliği varken, başka söze ne gerek var! Dii mi ya!.”.
Halkla olan kaynaşması ve iletişim becerisine dair Azra Erhat’ın şu satırlarını anmak gerekir: “Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum’a her gelişinde dükkanlardan, evlerden, sokak köşelerinden adamlar koşagelir, eline sarılırlar, öpmek isterler, kolunu koparırcasına sallarlar.” Aynı konuda kızı da şöyle yazmıştı: “Ondaki derin insan sevgisi aile sınırlarına sığmaz, taşardı. Bugünün insanında yavaş yavaş kaybolan bu özelliği ile konuştuğu her insana değer vererek yaklaşırdı. Herkesi eşit sayar, hatta çok defa doğallığı protokole tercih ederdi. Onun için bir balıkçı, bir bahçıvan, bir süngerci ne ise; devlet büyüğü, bir kral da aynı idi. İnsanlık unsuru, kurallardan ve gösterişten çok önemli idi.”